14 Kasım 2016 Pazartesi

MERCİMEKLİ BALIK KÖFTESİ :




3 dilim somon balığı 
1 su bardağı haşlanmış kırmızı mercimek 
1/2 soğan 
3 diş sarmısak 
6 çorba kaşığı yulaf ezmesi
1 demet dere otu 
1 tatlı kaşığı tuzsuz domates püresi 
1 adet kapya biber
 tuz, karabiber,kimyon,kekik 

Bütün malzemeleri mutfak robotunda çekip, elimde köfte şekli verip yağsız tavada kısık ateşte pişirdim. Yanında renkli cherry domatesleri ve sarmısakla az zeytinyağlı fırınlanmış patatesle afiyetle yedik. Bu tariften tam 10 tane resimdeki gibi köfte çıkıyor. İstediğiniz başka bir balıkla da deneyebilirsiniz. Norveçte somon bol olunca 

SİYAH KURUFASÜLYE KÖFTESİ:

2 su bardağı haşlanmış siyah kuru fasülye
3-4 dal brokoli 
1 kuru soğan 
2 su bardağı yulaf ezmesi
2 adet bostan biberi
birkaç dal maydanoz 
1 orta boy havuç 
1 yumurta
2-3 diş sarımsak 
2 dilim çekilmiş tam buğday ekmeği 
tuz, taze çekilmiş karabiber, kimyon, kekik

Bütün malzemeleri mutfak robotunda çektikten sonra az yağlanmış yapışmaz tavada kısık ateşte arkalı önlü pişirdim. Benim köftelerim büyük boy oldu ve bu kadar malzemeden 9 tane çıktı. Dışı çıtır, içi yumuşak oluyor, bizde böylesi oldukça sevildi. Daha önce blogda siyah kuru fasulyenin faydalarını yazmıştım. Bu köfte içinde barındırdığı yulaf ezmesi ve sebzelerle de besin değerlerini baya bir yükseltiyor.

KİNOALI SEBZELİ KÖFTE: 


1/2 çay bardağı kinoa
1/2 rendelenmiş soğan 
1/2 rendelenmiş kabak 
1/2 rendelenmiş havuç 
birkaç dal maydanoz
1 yumurta 
biraz çekilmiş tam buğday ekmeği 
300 gr kuzu kıyması
2-3 diş sarımsak 
tuz, karabiber, kimyon, kekik,kuru nane 

Önce kinoayı suyunu çektire çektire haşladım. Sonra bütün malzemeleri karıştırıp ceviz büyüklüğünde köfteler yaptım. Köfteleri önce yüksek ısıda bir çevirdikten sonra içine 1 çay bardağı sıcak su ekleyip altını kısıp pişirdim.Böyle yapınca yumuşak oluyor, cüceler  daha kolay yiyorlar. 





SOMONLU KİNOALI KÖFTE:

1 dilim somon
1 çay bardağı haşlanmış kinoa
1 diş sarmısak 
1 kappa biberi
1 yumurta 
1 dilim çekilmiş tam buğday ekmeği 
biraz ince kıyılmış maydanoz ve taze soğan 
tuz, karabiber, nane 

Önce mutfak robotunda yumurtayı, somonu, sarmısağı ve kapya biberini çektim. Sonra içine haşlanmış kinoayı, ekmeği, baharatları ve soğan,maydanozu ekledim. Azcık cıvık oluyor. Sonra azcık yağladığım tepside ince ince yaptığım köfteleri 20 dak pişirdim. 








BROKOLİ KÖFTESİ:


 
1 demet brokoli 
2 yumurta
2 dilim çekilmiş ekmek
2 dal yeşil soğan
2 diş sarımsak 
1 avuç rendelenmiş kaşar
1 çorba kaşığı toz parmesan (şart değil) 
tuz,karabiber

Önce brokolileri kaynar suda 5 dak kadar beklettim (pişirmedim), sonra mutfak robotunda bulgur gibi yaptım. İçide diğer bütün malzemeleri katıp çatal yardımıyla karıştırdım. Tost makinesinde yağlı kağıt arasında 5 dak pişirdim. İşte sağlıklı yemek ve bu kadar basit. 
0

25 Ekim 2016 Salı

Evet, hindistan cevizimin sütünü de çıkardım, ununu da yaptım ve ta taaa, karşınızda hindistan cevizi sütlü ve unlu muffinlerim. 


Önce HİNDİSTAN CEVİZİ SÜTÜ: Hindistan cevizini rendeleyip çıkan herbir bardak için 2 bardak su ekleyip bir kenarda yaklaşık 3 saat beklettim. Sonra blenderda 2 dakika kadar hiç durmadan çektim. Çıkan bu sıvıyı temiz bir tülbentte iyice süzünce çıkan sıvı hindistan cevizi sütü oluyor. 

HİNDİSTAN CEVİZİ UNU: Sütü ayırdıktan sonra tülbentin içinde kalan cocosları yağlı bir kağıdın üstüne serip düşük ısıda, fırın ızgarasında uzunca bir süre kavurdum. Arada karıştırmayı unutmayın, hemen yanıyor çünkü. İyice kuruyunca mutfak robotunda incecik un oluncaya kadar çektim ve böylece hem kendi sütümü hem de unumu yapmış oldum. 

Eee ne demiş ünlü bir düşünür? Ne duruyorsun, helva... şaka şaka, mufinlerimi şimdi hazırlayabilirim diyerekten başladım. 

2 yumurtayı iyice köpürünceye kadar çırptım. İçine 2 çorba kaşığı balı, 1 orta boy fincan yaptığım hindistan cevizi sütü, aynı fincanla yine kendi yaptığım unu + 1 fincan normal unu, 1 çorba kaşığı hindistan cevizi yağını ve 1 tatlı kaşığı da kabartma tozunu ekleyip, karıştırdım. Muffin kaplarına paylaştırdıktan sonra üzerlerine 1 çay kaşığının ucuyla süt reçeli yerleştirdim ve önceden ısıtılmış fırında pişirdim.

Evet yapımı biraz uzun sürdü ve azcık da zahmetli oldu, ama muffinler pişerken fırından yayılan o hindistan cevizi kokusu varya, işte o zaman değdi dedim, tadı da zaten ayrı bir güzel oldu. 

Afiyet olsun şimdiden! 

0

18 Ekim 2016 Salı

Doğal soğuk algınlığı aşısını buldum galiba :)

Bu topların adını soğuk algınlığı aşısı koyuyorum. Çünkü içinde barındırdığı hemen hemen herşey bir şekilde soğuk algınlığına iyi geliyor. Hazır kış aniden bastırmışken bu defa hazırlıklı yakalanalım. Kış aylarının karanlığı enerjimizi azalttığında da iyi gelecek bir tarif. Ama yine en önemlisi kolay bulunan malzemelerle kolay yapılıyor olması. Ben haftada bir-iki defa azar azar yapmaya karar verdim. Sabah-akşam ailecek birer tane atarız ağzımıza, şifa niyetine :) Tatlı krizlerine de birebir, ama siz yine de ölçüyü kaçırmayın! 


Malzemeler: 
-1 dilim bal kabağı 🎃 
-1 portakalın kabuğunun rendesi 🍊
-1/2 portakal suyu 
-1 olgun muz 🍌 
-1 tatlı kaşığı bal 🍯 
-1 bardak yulaf ezmesi (miktarı portakal suyunun miktarına göre arttırıp azaltın)
-2 çorba kaşığı Hindistan cevizi 
-biraz ceviz 
-kesme şeker büyüklüğünde zencefil 

Yapılışı: 
Portakalın kabuğunu ve zencefilli rendenin en ince tarafında rendeledim. Cevizleri biraz ezdim. Bal kabağını buharda pişirdim ve çatalla ezdim, aynı şekilde muzu da ezdim. Sonra bütün malzemeleri güzelce karıştırıp, biraz buz dolabında beklettikten sonra küçük toplar haline getirip, yine hindistan cevizine buladım. İşte bu kadar, yazması uzun, yapması kısa!                    

Bari biraz da kullandığımız malzemelerin bazılarının faydalarından bahsedelim. Mesela bal kabağı A vitamini ve beta karoten bakımından zengindir, sağlıklı gözlere ve bağışıklık sistemine sahip olmamızı sağlar. Ayrıca demir, protein, potasyum, kalsiyum, folat ve de C vitamini içeriği çok yüksektir. Kan şekerini düzenler. 

Portakal hepimizin bildiği gibi büyük bir C vitamini deposudur. Bağışıklık sistemini güçlendirir. İyi bir idrar söktürücüdür. Enerji verir. Cildi tazeler. Kansere karşı iyi bir doğal savaşçıdır. Kış aylarında bol miktarda tüketmekte fayda var. 

Zencefil; bağışıklık sistemini güçlendirir, bal ile tüketildiğinde öksürüğe iyi gelir. Mide bulantısına iyi gelir. Kan akışını hızlandırarak vücut ısısını düzenler. Yağ yakıcı özelliği olduğu düşünülmektedir, kandaki yağ ve şeker oranını düzenler. Anti-enflamatuvar özelliği vardır. Solunum yolları rahatsızlıklarında nefes almayı kolaylaştırır, balgam söktürücüdür. Hazmı kolaylaştırır. 
2

5 Ekim 2016 Çarşamba

EK GIDAYA BAŞLIYORUZ....(2. KISIM)


6-8 Ay Arası: Temel besinimiz anne sütü olmaya devam edecek (anne sütü alamayan  bebeklerde formül süt). İlk olarak ek gıdaya yarı sıvı ve yumuşak yiyeceklerle başlanır.

-Anne sütü günde yaklaşık 4 ile 6 defa verilir.
-Meyve püresi: Öncelikle tek veya 2 meyve türüyle başlanır. Önerilen meyveler muz, elma, armut ve şeftalidir.
-Sebze püresi: ilk başlama sebzeleri patates, havuç, avokado, bezelye,bal kabağı ve tatlı patatestir. Sonra yavaş yavaş pürelerin içine soğan, sarmısak ve biber eklenebilir.
-Tahıllar: Pirinç unu, yulaf unu muhallebi yapılarak bebeklere verilebilir. Tatlandırmak için kesinlikle şeker veya bal kullanmayınız. Meyvelerle özellikle de muz veya elma ile tatlandırabilirsiniz.
-Protein: Yavaş yavaş 7. aydan sonra tavuk ve kuzu etiyle pürelere başlayabiliriz.Etlerin çok iyi pişmiş olmasına dikkat etmek gerekir. Tavuk hassas bir konu. Eğer organik tavuk kullanmak gibi bir şansınız yoksa, tavuğu gerçekten güvendiğiniz bir markadan temin ediniz.
-Ev yapımı yoğurt, kefir ve lor peyniri bebeklerinizin öğünlerinde alternatif olabilir. Yoğurtları meyvelerle tatlandırabilirsiniz.




8-10 Ay Arası: Bebeğimizi anne sütü ile beslemeye devam ediyoruz. Bebekleri sürekli pürelerle beslemek cok büyük bir haftadır. Tembelleştirir bebekleri. Bu nedenle eğer yutma sorunu yoksa bebeklerin, blenderdan en kısa zamanda vazgeçmeliyiz. Yiyecekler önce çatalla ezerek pütürlü hale getirilir, daha sonra da zamanla küçük parçalara ayırarak bebeklerimize sunmalıyız.

-Anne sütü günde yaklaşık 3 ile 5 defa verilir.
-Meyveler: Aynı meyvelere ek olarak artık kavun, karpuz, üzüm, mango, ananas, yaban mersini, portakal, nar da eklenebilir. Muhtemelen bebeklerimizin dişleri çıkmaya başlamıştır ve kaşıntısı bol olur. Onları rahatlatmak için meyveleri soğuk sunabiliriz. Aynı zamanda bazı besinleri ellerine vererek dişlerini kaşımalarını da sağlayabiliriz.
-Sebzeler: Aynı sebzelere ek olarak brokoli, pırasa, kereviz, ıspanak, semiz otu, taze fasulye. Domates alerjik bir besin olduğu için bazı uzmanlar tarafından 1 yaşından sonra tavsiye edilsede, diğer kaynaklar pişirilen domatesin 10. aydan itibaren verilebileceğini söylüyor.
-Tahıllar: Aynı tahıllara ek olarak 8. aydan itibaren irmik, bulgur,rüşeym, kinoa, buğday, erişte , nohut, mercimek, kuru fasulye ve makarnaya da başlayabiliriz .
-Protein: Tavuk, et, kıyma ve yumurtanın sarısı verilebilir.
-Yoğurt, kefir ve lor peynirine devam.

10-12 Ay Arası: Şu ana kadar amacımız bebekleri besinlerle tanıştırmak, tatlarina alıştırmak oldu. İlk beslenme saatinden itibaren yemek sandalyesinde oturttuğumuz bebeğimiz yemek alışkanlığını kazanmaya başladı. Artık birçok besini küçük  parçalar  halinde eline verebiliriz, ama kesinlikle gözümüzü üstlerinden ayırmıyoruz, boğulma riskine karşı. 


Unutmayalım ki bebekler önce avuçlarının içiyle  kavramayı öğrenirler, en son olarak parmaklarıyla. Bu yüzden bebeklerimize sunacağımız yiyecekler onların avuçlarıyla kavrayabilecekleri kalınlıkta olmalıdır, ince veya küçük besinleri rahat kavrayamazlar.Genellikle 9. aydan sonra parmaklarıyla cımbızlama dediğimiz hareketi yapmaya başlarlar.Bebeklerin yiyeceklerine dokunması, yemek eylemine aktiv olarak katılması psikolojik ve motor gelişimine de katkı sağlayacaktır. 

Hala anne sütü bebeğimiz için temel besindir. Günde  3 ile 4 defa anne sütüyle beslenmeye devam edilir. 

Yukarıda sıraladığımız besinlere ek olarak 10. aydan itibaren balıkları da ekleye biliriz. Mevsimine göre taze balıklar tercihimiz olmalıdır. Bebeklere yüzey balıkları verilmelidir, mesela deniz levreği, mezgit, palamut, somon... gibi. Dip balıkları ağır metaller içerdiğinden verilmemelidir, mesela uskumru. tuna, kılıç balığı gibi..

3 Gün Kuralı:
Daha önceki yazıda bahsetmiştim. Ilk kez verdiğimiz her yiyecek için 3 gün bekliyor ve oluşabilecek alerjik reaksiyon belirtilerini gözlemliyoruz. Eğer vücutta kızarıklık, kaşıntı, bebekte huzursuzluk, kusma, ishal, karın ağrısı..gibi rahatsızlıklar görülürse hemen verilen besin kesilmeli ve doktorunuza baş vurmalısınız.

En Sık Yapılan Yanlışlar:
- Ek besine başladı diye anne sütünü kesmeyin. Adı üzerinde “ek besin”!
-Bebekler her zaman oturur pozisyonda yemek yemelidir.
-Aceleci davranmayın, yaşına göre yiyebileceği besinleri verin.
-Hazır mama ve pürelerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışın.
-Besinleri biberonda vermeyin.
-Meyve suları yerine kendisini veya püresini verin.
-Yemeklere sebzeleri veya eti kavurarak başlamayın.Haşlayın ve eğer mümkünse buharda pişirin.
-Püreleri yumuşatırken et, tavuk suyu veya anne sütü kullanın.
-Yemekleri tatlandırırken tuz, yağ yerine, taze kekik, biberiye, fesleğen kullanin.
-Beslenme aralarında bolca su önerin.
-Çok fazla besini karıştırarak vermeyin.
-Sevmediği bir yiyeceği ısrarla vermeyin. Birkaç gün bekleyip tekrar sunun.
-6 aydan önce bebeğin eğer kilo alma veya gelişiminde bir sorun yoksa, çok ağlıyor, doymuyor heralde diye şekerli su veya ek gıdaya başlamayın.Doktorunuza danışın.
-Her zaman mevsimine göre taze meyve- sebze kullanın.
0

24 Eylül 2016 Cumartesi

Hepimiz sürekli duyarız; "bebeğime 1 yaşına kadar anne sütü verdim", "6 aya kadar anne sütü  ile besledim", "benim bebeğim 2 yaşında hala anne sütü  alıyor" diye. Peki doğru zaman ne zamandır ve ek gıdalara nasıl başlamalıyız? 

İlk 4 ay bebeklerin yutma refleksi zayıftır, bundan dolayı kaşıkla verilen besinleri yutamayarak dilleriyle dışarı iterler. Yeni doğan bebeğin emme refleksi gelişmiş olduğundan bebeklerimizi emzirerek besleriz. 

Dünya Sağlık Örgütü ilk 6 ay boyunca sadece anne sütüyle beslenmeyi tavsiye ediyor. Eğer bebekte gelişme, kilo alma sorunu veya annede emzirememe gibi bir sorun varsa biberon aracılığıyla formül sütlerle beslenme yapılır.

Bebeklerde yutma refleksi 4 ile 6 ay arasında başlar, bu sebeble ek gıdalara en erken 4 ay,en geç 6 aylıkken başlanmalıdır. Unutulmamalıdır ki bu ek gıdalar adından da anlaşılacağı gibi "ek" olmalı, anne sütünün  tamamlayıcısı kabul edilmelidir. Dünya Sağlık Örgütü 9 aylık bir bebeğin beslenme oranlarını %70 anne sütü , %30 ek gıda olarak önerir.

Peki neden 6. ay? 

4. aydan sonra bebeklerde kalori ihtiyacı artacaktır. Bu ihtiyaç 6. ayda en yüksek düzeydedir. Bebek hızla gelişmekte, artık daha çok hareket etmektedir. Bu sebeble anne sütü ihtiyacı olan kalori miktarını karşılayamaz. Aynı zamanda doğumda anneden alınmış demir depoları da tükenmek üzeredir. Bu yüzden ek gıdaya başlama süresi 6 aydan fazla geciktirilmemelidir.

Bebekler aslında bize artık ek gıdaya geçmeye hazır olduklarını birçok şekilde belli ederler. Mesela:

*Başlarını rahatça dik tutarak, destekli oturabiliyorlardır,
*Bizi yemek  yerken gördüklerinde, yemeklerimize çok ilgi gösterirler,
*Ağızlarını bir nesne yaklaştırdığımızda açarlar,
*Diş çıkarmaya başlamışlardır,
*Geceleri beslenmek için daha sık uyanırlar,
*Parmaklarıyla nesneleri tutabilmeye başlamışlardır,
*Tuttukları nesneleri ağızlarına götürürler,
*En önemlisi de, dil ile dışarı atma refleksi kaybolmuştur.

Ama unutulmamalıdır ki ek gıdaya geçmeden önce muhakkak doktorunuza danışmalısınız.




Bebeğim Ek Gıdaya Hazır


İlk denememizin travmatik olmasını önlemek için bazı konulara dikkat etmeliyiz.
Mesela beslenme için en ideal zamanı doğru seçmemiz çok önemli. Bebeğimiz çok aç olmamalı ve yorgun-uykulu olduğu dönemlerde de sadece uyumak isteyeceğinden bu yeni deneyime karşı çıkacaktır. Ayrıca sizin de yorgun olmadığınız bir saat olması işinizi daha da kolaylaştırır. Kendi tecrübeme dayanarak şunu söyleyebilirim ki bence en ideal zaman ara öğün zamanı olacaktır. Böylece herhangi bir allerjik reaksiyon olması durumunda vücutta oluşabilecek kızarıklar gibi lezyonları gün ışığında tespit etmeniz daha kolay olur. Unutmayın ki bol sabır gereken bir dönem başlıyor. Eğer ilk denememizde yemek istemezse zorlamadan 1-2 gün sonra tekrar deneyin.

Bebeğin oturur pozisyonda olması çok önemlidir, böylece boğazına kaçma riskinin önüne geçebiliriz. En ideali kaşıkla yemekleri küçük parçalar halinde ağzına vermektir. Uzmanlar ek gıdaların biberonla verilmesine besin miktarının ayarlanmasında çıkacak sorunlardan ve oluşacak aşırı kilo alımından dolayı karşı çıkıyorlar. Ayrıca bebeğimize oturarak ve kaşıkla doğru yeme alışkanlığını ilk andan itibaren öğretmeye başlayabiliriz.

İlk birkaç gün az miktarda katı gıda verilmelidir. Yavaş yavaş miktarı artırmalıyız. Alerji takiplerini yapabilmemiz için her defasında tek bir tür yiyecek verilmeli ve yenisi verilmeden önce 2-3 gün beklenmelidir. Bu sürede oluşabilecek ishal, gaz, kabızlık,ciltte döküntü,kusma olursa şüphelenilen besin derhal bırakılmalı ve doktorunuza danışıncaya kadar tekrar bebeğe verilmemelidir.

Çok zor gelsede bebeğimize yemeğini evde hazırlayalım. Dışardan aldığımız hazır kavanoz mamalar her ne kadar katkısız,organik denilsede asla evde hazırlanan yiyecekler gibi olmayacaktır. Kimyasal, tarım ilacı eklenmiş besinlerden kesinlikle uzak durulması gerekir.


Hangi Gıdayla Başlamalıyız?


Her kafadan bir ses çıkan bir dönem başlıyor. Etrafımızda sürekli onu ver, bunu ver diyen sesler duyacaksınız. Kolay olmasada en iyisi kulaklarınızı bu seslere tıkayıp doktorunuzun tavsiyelerini dinleyip bebeğinizin tercihlerini göz önünde bulundurun. Uzmanların genel önerileri:


 *Elma, armut, muz, şeftali püreleri
*Patates, havuc, kabak püreleri
*Ev yapımı yoğurt

ilk baslama dönemini geçtikten sonra ikili veya üçlü karışımlara başlanabilir.


Peki Uzak Durmamız Gereken Besinler?


Öncelikle konserve, dondurulmuş, içinde katkı maddesi, boya, aroma bulunan yiyecek ve içeceklerden kesinlikle uzak duruyoruz. Hazır meyve suları, gazlı içecekler kesinlikle yasak. 

Bebek yemeklerini hazırlarken tuz, acı biber, katı yağ ve şeker kullanmıyoruz.

1 yaşına kadar önerilmeyen besinler:

*İnek sütü: Çok alerjik bir besindir. İnek sütünün 1 yaşından önce bebeklere verilmesi bebeklerde alerjik rahatsızlıklar oluşmasına sebep olur. İnek sütü proteinler bakımından çok zengindir, ama bebeklerimizin böbrekleri yeterince gelişmemiş olduğundan böbreklere aşırı yük bindirir. Bazı mineraller inek sütünde daha fazladır, mesela kalsiyum, fosfor ve sodyum, ama diğer taraftan bebeklerin gelişimleri için çok önemli olan yağ asitleri anne sütünde daha fazla bulunur. Ayrıca demir, çinko, C,D ve E vitaminleri de anne sütünde daha fazladır. İnek sütüyle beslenen bebeklerde düşük demir miktarından kaynaklı kansızlık görülür, içeriğindeki düşük D vitamini ve yüksek fosfor içeriğinden bebeklerin iskelet sisteminin iyi gelişmesini engeller.

*Yumurta: Yumurtanın sarısı vitaminler ve lesitin (beyin gelişimi için, gerekli bir aminoasit) yönünden zengindir. Alerjik yönü yumurtanın beyazına göre daha azdır. Yumurtanın beyazı ise proteinler yönünden en zengin kısmıdır, ama aynı zamanda da en çok alerjiye sebep olan kısım. Bu nedenle yumurtanın sarısına 9-12 ay arasında başlanırken, beyazı için 1 yaşı beklenmelidir. Yumurta bebeklere iyi pişmiş şekilde verilmelidir. Çiğ yumurtada veya çiğ yumurtadan yapılmış besinlerde salmonella bakterisi bulunur ve ishalli bir hastalığa sebep olur.

*Bal:Balda botulizm bakteri sporları bulunur ve bu da 1 yaşından küçük bebeklerde botulizm adı verilen tehlikeli bir zehirlenmeye sebep olur. Balın bebek beslenmesine eklenmesi için 1 yaşı beklenmelidir.



*Meyveler: Çilek ve kiwi alerjik meyvelerdendir, bu nedenle kullanimi sırasında dikkatli olunmalıdır.

*Sebzeler: Domates alerjen olduğundan dolayı ilk 7-8 ay önerilmez, daha sonra 1 yaşına kadar pişirilmiş domates verilebilir. Ispanak, karalahana, pazı, semizotu, taze fasulye, pancar gibi sebzeler bekletildiklerinde, nitrit adlı maddeler açığa çıkar. Nitrit de bebeklerde kansızlık ve büyüme geriliğine neden olabilir. Bunun için bu sebzeler piştikten sonra 24 saatte tüketilmelidir. Lahana, pırasa, kereviz, karnabahar, bakla, ıspanak 6 aydan sonra verilmelidir. Patlıcanın hiçbir besin değeri yoktur, bu nedenle bebek beslenmesinde önerilmez.


*Ceviz, fındık, yer fıstığı, susam gibi besinler de çok alerjen özellikte olduğu icin 1 yaşına kadar verilmemelidir.

0

9 Eylül 2016 Cuma

Geçenlerde size kinoanın faydalarını yazmıştım, hazır bilgiler tazeyken 3 tane  kinoalı tarif paylaşalım. Yapımları oldukça kolay, umarım beğenirsiniz.Tarifleri denerseniz lütfen yorumlarınızı paylaşın bizimle.

KİNOA DOLMASI :

🌶4 adet dolmalık biber 
🌶1 çay bardağı haşlanmış kinoa 
🌶1/2 kuru soğan 
🌶1 adet yeşil biber 
🌶2-3 tane mantar 
🌶2 çorba kaşığı tulum peyniri (istediğiniz peyniri kullanabilirsiniz) 
🌶1 çorba kaşığı zeytinyağı 
🌶tuz karabiber


Çok küçük doğradığım soğan ve biberi zeytin yağında kavurdum. Sonra içine doğradığım mantarları ekledim. Tuzunu ve karabiberini ilave edip, haşlanmış kinoayı da ekleyerek 2-3 dakika kadar pişirdim. Ocağın altını kapatıp peyniri ekledim . Sonra karışımımı ikiye kestiğim biberlerimin içine yerleştirip, 180 derece fırında biberlerim azcık yumuşayıncaya kadar pişirdim. İnanılmaz lezzetli oldu. İster giriş yemeği olarak sunabilirsiniz, isterseniz benim gibi öğle yemeği yaparsınız. Kerem' e tadına baktırdıysamda pek sevmedi, hemen kalan 1 kaşık dolma içine 1 yumurta kırdım ve ona kinoalı omlet yaptım, bayılarak yedi.



KIRMIZI KİNOALI PIRASA ÇORBASI: 


Evet bildiğimiz pırasa çorbasının içine pirinç yerine kinoa koydum, kinoanın kırmızısını seçmemin nedeni ise evde sadece onun olması 😊
🎈2 sap pırasayı az yağda soteledikten sonra üzerine sıcak su ve 1 çay bardağı kinoayı ekleyip 15-20 dakika pişirdim.
🎈Sonra bir kase içinde 3 çorba kaşığı yoğurdu, 2 çorba kaşığı unu, 1 limonun suyunu biraz soğuk suyla yumuşattıktan sonra, çorbanın kaynayan suyundan ekleyip karıştırdım. 
🎈Terbiyemi çorbaya ekleyip karıştırarak bir iki taşım daha kaynattım. 
🎈Servis ederken dere otu eklemeyi unutmayın. 





ENERJİ TOPLARI :






💪1 çay bardağı kırmızı kinoa 
💪1 su bardağı yulaf ezmesi 
💪1 tane çok olgunlaşmış muz 
💪1 çay bardağı fındık 
💪1 tatlı kaşığı kakao 
💪1 tatlı kaşığı bal 
💪1 tatlı kaşığı tarçın 
💪1 çay bardağı kuru üzüm 
💪üstünü süslemek için hindistan cevizi 





💪 Önce kinoayı suyunu çektire çektire haşladım, sonra kuru üzüm hariç bütün diğer malzemelerle beraber mutfak robotunda çektim. 💪Damak zevkinize göre bal miktarını arttırıp azalta bilirsiniz. 💪En son olarak kuru üzümleri ekleyip bir kaşık yardımıyla karıştırdım. 💪Elimde top şekli vererek hindistan cevizine batırdım. 💪Yemeden önce muhakkak buzdolabında biraz bekletin. 💪 Yulaf ezmesinin yararlarını zaten bir defasında yazmıştım, blogda bulabilirsiniz.
Parklara, ormana zıplamaya gidecekler muhakkak yanlarına enerji toplarından alsınlar.
0

6 Eylül 2016 Salı

Son zamanların popüler sağlıklı beslenme sitelerinin en gözde malzemesi kinoa her ne kadar tahıl olarak kabul edilsede aslında aynı isimli bitkinin çekirdeklerinden elde edilir.

Kinoa bitkisinin ana vatanı Peru ve Bolivya´da Ant Dağlarının yamaçlarıdır. Bölgenin en büyük özelliği çok yüksek, kurak ve soğuk olmasıdır. Yani bu da kinoanın zor tabiat şartlarında bile yetişebiliyor olması demektir. Bitkisinin boyu 1-2 metreye kadar ulaşabilir ve görüntü olarak da çok güzel olan bu bitkiden 3 renk kinoa elde edilir; beyaz, siyah ve kırmızı kinoa. 


Besin değerleri diğer tahıl ürünlerine göre çok yüksek olup, pişirme süresi ise bir o kadar kısadır (10-15 dakika). Kinoa pişirilirken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta pişirmeden önce musluk altında bir süzgeç içinde bol soğuk suyla çok ezmeden ovarak yıkamalıyız ki pişirilince acı tadı veren kabuklarından ayıklansın.
Kinoanın üretimi ve tüketimini dünya çapında arttırmak için 2013 yılı Birleşmiş Milletler Tarım Örgütü tarafından "Uluslararası Dünya Kinoa Yılı" olarak ilan edilmiştir.


PİŞMEMİŞ 100 gr KİNOANIN BESİN DEĞERLERİ

-Enerji 368 kcal 1539kJ
-Karbonhidratlar 64 gr
-Besin lifi 7 gr
-Yağlar 6 gr
-Su 13 gr
-B1 vitamini (tiamin) 0,36 mg 
-B2 vitamini (riboflavin) 0,32 mg 
-B6 vitamini 0,5 mg 
-Folat  184 μg  
-E vitamini 2,4 mg 
-Demir 4,6 mg
-Magnezyum 197 mg
-Potasyum 563 mg
-Çinko 3,1 mg

PİŞMİŞ 100 gr KİNOANIN BESİN DEĞERLERİ

-Enerji 120 kcal
-Karbonhidratlar 7 gr
-Besin lifi 11 gr
-Protein 4,4 gr
-Yağlar 2 gr
-Su 71,6 gr
-B1 vitamini (tiamin) 0,1 mg 
-B2 vitamini (riboflavin) 0,1 mg 
-B6 vitamini 0,1 mg 
-Folat 42  μg  
-E vitamini 0,6 mg 
-Demir 1,5 mg
-Magnezyum 64 mg
-Potasyum 172
-Çinko 1,1 mg


Burada önemli olan pişmiş ve pişmemiş kinoa içindeki su miktarı farklılığını görmemizdir. Pişmiş 100 gramda su miktarı 71,6 gram iken, pişmemişinde 13 gramdır. Bu da pişmemiş kinoanın kalori miktarını çok daha arttırmaktadır. 100 gram çiğ kinoa 368 kaloriyken, pişmiş kinoa 120 kaloriye düşmektedir. Bu nedenle zayıflama diyetlerinde pişmiş kinoa önerilir.

Kinoanin bir diğer önemli özelliği ise kolesterol miktarının 0 olmasıdır. Bu da onu kolesterol düzeyi yüksek olan diğer hayvansal proteinlere göre daha değerli bir protein kaynağına dönüştürür.



Yukarıda saydığımız besin değerleriyle ilgili bir özet yapacak olursak: 

Tam Protein: Kinoa  tam proteinler grubunda olan nadir besinlerdendir. Tam protein olmak demek var olan bütün amino asitlere sahip olmak demek. Vejeteryan beslenenler için en önemli protein kaynağıdır. 

Glüten: Kinoa glüten içermediğinden dolayı glüten alerjisi olan hastalar (Çölyak hastalığı) tarafından rahatlıkla tüketilebilir.

Kilo Kontrolü: Kinoa kalorisi yüksek bir besindir. Bu yüzden zayıflamak için kullanılmak istenildiğinde kullanım miktarına dikkat edilmelidir. Diğer taraftan ise içerdiği yüksek protein ve besin lifi miktarı sebebiyle diyetlerde sıkça kullanılıyor olmasının sebebi ise proteinin uzun süre tok tutma özelliğine sahip olması, besin liflerinin ise hem sindirime yardımcı olarak kabızlığı önlemesi hem de kan şekeri dalgalanmalarının önüne geçmesidir. 

Demir: Kinoa demir bakımından çok zengindir. Demir eksikliğinden kaynaklı anemi hastalığına sahip olan hastaların diyet programlarına eklenmelidir.
0

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Dünya Sağlık Örgütü' ne göre 21. yüzyılın en büyük sağlık sorunları arasında çocuk obezitesi geliyor. 2010 yılı verilerine göre dünyada 42 milyon çocuk obezite sorunu yaşıyor ve bunların 35 milyonu Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde.

Her ne kadar ülkemizde şişman çocuğa sağlıklı çocuk gözüyle bakılsada, gerçek ne yazık ki böyle değil.

Çocukken obez olan bireyler genellikle büyüyünce de obezite sorunuyla karşı karşıya kalıyorlar ve bazı kronik hastalıklara yakalanma riski de normal kilolu çocuklara göre daha fazla oluyor.

Çocuk obezitesinin temel nedeni alınan kalori miktarı ve harcanan kalori miktarı arasındaki dengesizlik. Bunu da iki nedene bağlayabiliriz:

-Bol yağ ve şekerden oluşan yüksek kalorili besinlerle beslenme,
-Günlük yasamdaki hareketsizlik.

Genellikle reklamlarda çocuklara yönelik olan ürünler yağ, şeker ve tuz yönünden çok zengin ve büyük porsiyonlarda  sunuluyor. Genellikle doyurucu özelliği olmadığından çocuklar doyduklarını hissedinceye kadar  bol miktarda kalori tüketmiş oluyorlar. Bunun yanında bir de çocuklara fiziksel aktiviteden yoksun bir hayat sunduğumuz zaman, obezite sorunu başlıyor. 

Maalesef teknoloji çağında  bir çocuğu televizyon, bilgisayar, cep telefonu, tablet, bilgisayar oyunları gibi ürünlerden uzak tutmak oldukça zor. Ama anne-babaların çocuğa karşı sorumluluğu da burada başlıyor zaten. Elbette çağımıza ayak uydurmalıyız, önemli olan belli konuların sınırlarını çizebilmek. Çok eğlenceli bilgisayar oyunlarına karşı bol fiziksel aktivite ve eğlence içeren alternatifler üretebilmek gerekiyor.

Obezitenin diğer sebeplerine bakacak olursak bunların içinde genetik sorunları, ailenin kötü beslenme alışkanlıklarını, hormonal hastalıkları, duygusal sorunları, bazı kronik hastalıklarda kullanılan ilaçları bulabiliriz. 

Tedavide en önemlisi ailenin hayat stilini değiştirmesidir. Genellikle sağlıklı beslenen ve sağlıklı bir yaşam süren ailelerin çocukları da sağlıklı alışkanlıklar kazanacaktır. Yapılan araştırmaya göre her iki ebeveyni obez olan cocukta obezite riski %80, yalnızca biri obez ise %50, ikisi de obez değilse oran %9 olarak saptanmış. Görüldüğü üzere sağlıklı bir kiloya sahip anne-babanın obez çocuğa sahip olma riski sadece %9; bu da çocuğun sorumluluğun bizde olduğunu çok net bir şekilde gösteriyor.

Tedaviye başlamadan önce çocuğumuzun tam bir doktor kontrolünden geçirilmesi gerekir. Obezitenin altında yatan asıl sebebin teşhisi tedavi yöntemleri seçimi için çok önemlidir. 

Obezite sebebinin beslenme alışkanlıklarından kaynaklandığını varsayarsak tedavi için şöyle genel bir tablo çizilebiliriz: 

                                                


1-Çocuğun yaşına göre tüketmesi ve harcaması gereken kalori miktarı hesaplanmalıdır öncelikle. Bu sayede menüleri ve tüketilecek miktar belirlenir.

2-Bütün aile yaşam tarzı değişikliğine destek olmalıdır. Yani bir çocuğa diyet programları uygularken ailenin diğer bireyleri saglıksız fastfood tarzı beslenemez.Bu disiplinli bir grup çalışması olmalıdır.

3-Mümkün olduğu kadar cips, şekerli, gazlı, renklendirici veya tatlandırıcı barındıran içecek/yiyecekten uzak duralım. Evimizde her an çocuğun erişiminde olacak sağlıklı yiyecekler mesela meyve,sebze, kuruyemiş.. bulunduralım.

4-Menülerde dengeli ve az kalorili yiyecekler 5 öğüne bölünerek verilecektir. Diyet ile yavaş kilo kaybedilmelidir ki büyüme çağında olan çocuğun boy ve zihinsel gelişimi etkilenmesin.

5-Haftada en az 3 gün 60 dakika sürecek egzersiz programları uygulanmalıdır. Günde 4 saatten fazla televizyon izleyen çocuklarda, 1 saat veya daha az süre televizyon izleyenlere göre daha yüksek obezite vakasına rastlanmıştır.

6-Bebeklerimize ek gıdaya başladıktan sonra aylara göre yiyebileceği meyve ve sebzeler günde en az bir kez sunulmalıdır. Unutmayalım ki nasıl beslenmeye alışırsa öyle devam edecektir. Her ne kadar bilimsel araştırmalarla desteklenmese de 2 yaşına kadar şekersiz beslenen bebeklerin, 2 yaşından sora tatlı tüketimine yatkınlık oranlarının düşük olduğu düşünülmektedir. Bebeklerimizin yiyeceklerini tatlandırırken rafine şeker yerine meyvelerden faydalanmaları önerilir.

7-Cocuklarda obezite tedavisinde ilaçlar kullanılmamaktadır, cerrahi tedavi ise çok nadir durumlarda uygulanır.

Obezite toplumsal bir sorun olarak düşünülmeli ve obeziteyle mücadele değişik sosyal plan ve projelerle desteklenmelidir. Örnek verecek olursak; bazı İskandinav ülkeleri çocuklar icin olan programlarda ve yayın saatlerinde yiyecek reklamları yasaklanmıştır. Okullarda obezitenin önlenmesine yönelik programlar ders müfredatına eklenmiştir. Okul yemeklerinin besin ve kalori degerleri ailelere bildirilmektedir.

Çocukları doğayla iç içe yaşamaya, koşmaya, oyamaya, bisiklet binmeye teşvik etmeliyiz. Memlekette koşup oynanacak yeşil alan mı kaldı diye düşünsek de birçoğumuz, biraz zorlamayla bulabileceğimizi düşünüyorum.

Dört tarafı alışveriş merkezleriyle sarılmış memleketimde AVM’lerin içindeki halılarla yeşillendirilmiş, ampullerle güneş ışıklandırılması yapılmış alanlar maalesef doğal alandan sayılmıyor.
Yazının sonlarına doğru şunu da belirtmeden geçmeyelim. Obez çocuklar büyüdüklerinde diyabet, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, kalp ve damar hastalıkları, kemik ve eklem rahatsızlıklarından en az birine sahip olma riski çok yüksek olacaktır. Ama bence en kötüsü çocuk yaşında yaşayacağı psikolojik travma, dışlanma ve utanma duygusu, yerle bir olan özgüven… 
2